Ailede Bağımlılık mı Dayanışma mı? Şaşırtan Gerçekler!
Gündem

Ailede Bağımlılık mı Dayanışma mı? Şaşırtan Gerçekler!


13 June 20255 dk okuma13 görüntülenmeSon güncelleme: 09 August 2025

Aile kavramı, yüzyıllardır toplumların temel yapı taşı olmuştur. Ancak modernleşme, kentleşme ve değişen sosyal dinamikler, aile içindeki ilişkileri de dönüştürmüştür. Bu dönüşümde bağımlılık ve dayanışma kavramları, özellikle dikkat çekmektedir. Peki, ailede bağımlılık mı yoksa dayanışma mı ön planda olmalı? Bu sorunun cevabı, içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarına, kültürel özelliklerine ve ekonomik koşullarına göre değişebilir.

Ailede Bağımlılık ve Özerklik Arasındaki Denge

Geleneksel aile yapılarında, bağımlılık genellikle hiyerarşik ilişkilerle kendini gösterir. Yaşlılar, çocuklar ve kadınlar, genellikle erkeklere ve aile büyüklerine bağımlı bir konumda olabilirler. Bu tür bir bağımlılık, aynı zamanda duygusal bir bağımlılığı da beraberinde getirebilir. Ancak modern toplumlarda, bireylerin özerkliği ön plana çıkmaktadır. Bireylerin kendi kararlarını verebilmesi, kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve kendi hayatlarını yönetebilmesi, sağlıklı bir toplumun temelidir.

Peki, bireylerin özerk olması, aile içindeki bağların zayıflamasına mı neden olur? Aslında tam tersi olabilir. Özerk bireylerin oluşturduğu aileler, daha sağlıklı ve daha güçlü olabilirler. Çünkü bu tür ailelerde, bireyler birbirlerine bağımlı olmak yerine, birbirlerine destek olurlar. Bu destek, maddi olabileceği gibi, manevi de olabilir. Örneğin, bir aile üyesi zor bir dönemden geçerken, diğer aile üyeleri ona destek olabilir, moral verebilir ve yol gösterebilir.

Kentli Orta Sınıf Ailelerde Duygusal Bağımlılık

Sosyal psikolog Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın geliştirdiği "duygusal bağımlılık" kavramı, Türkiye'deki kentli orta sınıf ailelerdeki ilişkileri anlamak için önemli bir araçtır. Kağıtçıbaşı'na göre, kentli orta sınıf ailelerdeki bağımlılık, geleneksel bağımlılık ilişkilerinden farklıdır. Bu tür ailelerde, bireyler birbirlerine eşit ve özerk bir şekilde bağlıdırlar. Yani, bireyler birbirlerinin hayatlarına karışmazlar, birbirlerinin kararlarını etkilemezler, ancak birbirlerine duygusal olarak destek olurlar.

Kentli orta sınıf aileler, genellikle sosyal refah devleti kurumlarından destek alamazlar. Ancak piyasadan, ihtiyaç duydukları hizmetleri satın alabilirler. Örneğin, çocuklarını özel kreşlere gönderebilirler, yaşlı anne babalarına özel bakım evlerinde baktırabilirler. Bu sayede, aile üyeleri birbirlerine yük olmadan, kendi hayatlarını yaşayabilirler. Ancak bu durum, aile içindeki duygusal bağların zayıflamasına neden olmaz. Aksine, aile üyeleri birbirlerine daha çok değer verirler, birbirlerini daha çok özlerler ve birbirlerine daha çok destek olurlar.

Toplumsal Dayanışma ve Sivil Toplumun Rolü

Bireyin özerkleşmesinin "duygusal bağımlılık" gereksinimini ortadan kaldırmadığını kabul ettiğimizde, belki de çocukları, yaşlıları, engellileri, kadınları sadece "akraba" olduğu için değil, insan oldukları için destekleyen bir anlayışın yerleşmesi sağlayıp, toplumsal alanda da farklı bir "dayanışma" anlayışını geliştirebiliriz. Bu sayede belki de gerçek anlamda bir sivil toplum anlayışına kavuşabiliriz. Bugün bize ütopya gibi gelen bu anlayışın ipuçlarını sadece insan haklarını değil, aynı zamanda çevre haklarını da savunan barışçı ve insancıl yeni küresel toplumsal hareketlerde de görmemiz mümkün.

Sonuç olarak, aile içindeki ilişkilerde bağımlılık ve dayanışma kavramları, birbirini tamamlayan unsurlardır. Bireylerin özerk olması, aile içindeki bağların zayıflamasına neden olmaz. Aksine, özerk bireylerin oluşturduğu aileler, daha sağlıklı ve daha güçlü olabilirler. Bu tür ailelerde, bireyler birbirlerine bağımlı olmak yerine, birbirlerine destek olurlar. Bu destek, maddi olabileceği gibi, manevi de olabilir. Toplumsal dayanışmanın artması ve sivil toplumun güçlenmesi, ailelerin daha sağlıklı ve daha mutlu olmasına katkı sağlayacaktır.