Harun Kaban'ın dikkat çekici yazısı, Avrupa idealinin temelindeki "kutsal değerlerin" sarsılmasını ve İngiltere'nin bu duruma karşı aldığı pozisyonu mercek altına alıyor. Brexit ile başlayan süreç, Gazze'deki olaylarla derinleşen bir sorgulamayı tetikliyor. İngilizler, "savaşçı ulus" kimliğine dönerek yeni dünya düzeninde nasıl bir rol oynamayı hedefliyor?
Avrupa İdealinin Kutsal Değerleri Sarsılıyor mu?
Avrupa Birliği'nin bir barış projesi olarak ortaya çıkışı, uzun yıllar boyunca kıtada istikrar ve refahın sembolü oldu. Ancak son dönemde yaşanan gelişmeler, bu idealin sorgulanmasına neden oluyor. Özellikle Brexit, Avrupa Birliği'nin geleceği hakkında soru işaretleri yaratırken, Donald Trump'ın politikaları da bu türbülansı hızlandırdı. İngiliz gazetelerinde yer alan haberler, gümrük vergilerinin yükseltilmesi gibi olayların İngilizler için bardağı taşıran son damla olduğunu gösteriyor. İngiltere'nin Avrupa'yı terk etmesiyle birlikte, büyük bir kırılmanın yaşanacağı öngörülüyordu ve bu öngörülerin gerçekleşmeye başladığı görülüyor.
Kaban'ın ifadesiyle, 20. yüzyıl Batı'nın "evrensel değerler" adı altında dünyaya dayattığı bir yüzyıldı. Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreği, Batı'nın bu değerleri ayaklar altına aldığı bir dönem olarak öne çıkıyor. Artık alıştığımız kavramların içi boşalıyor, ideallerimiz temennilere dönüşüyor ve yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu düzen, adil ve arzuladığımız gibi olmayabilir; ancak bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle, yaşanan gelişmeleri anlamaya çalışmak büyük önem taşıyor.
İfade Özgürlüğü Erozyona mı Uğruyor?
7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de yaşananlar, "Avrupa idealinin kutsal değerleri"nin insanlık adına yerle bir olduğunu gösteriyor. 50 binden fazla Filistinli'nin hayatını kaybettiği bu soykırım karşısında dünya sessiz kalırken, sivillere yönelik saldırılara bahane bulunmaya çalışılıyor. Batı'nın kutsallaştırdığı "ifade özgürlüğü" ve "barış toplumu" gibi kavramlar ise anlamını yitiriyor.
İfade özgürlüğü, bir zamanlar yalnızca bir hak değil, aynı zamanda ahlaki bir duruştu. Ancak bugün, bu kavramın içi hızla boşalıyor. Artık ifade özgürlüğü, yalnızca "bizden" olanlar için korunan, "ötekiler"in ise susturulmasında sorun görülmeyen bir seçiciliğe teslim olmuş durumda. The Times'ta yayımlanan bir yazıda, insanların genel anlamda özgürlükten yana oldukları; ancak ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda bu desteğin azaldığı belirtiliyor. Fikir çatışması, duygusal konforu bozduğu için insanlar artık fikirlerini özgürce söylemekten değil, "linç edilmekten" korkuyor.
- Üniversitelerde konuşmalar iptal ediliyor
- Eleştirel düşünce "rahatsız edici" bulunuyor
- Bazı kelimeler "tetikleyici" ilan ediliyor
Bu durum, ifade özgürlüğünün doğal bir refleks değil, kültürel olarak inşa edilmiş bir istisna olduğunu gösteriyor. Batı da yavaş yavaş bu noktaları görmeye başlıyor.
İngiltere "Savaşçı Ulus" Kimliğine mi Dönüyor?
The Times'ta yayımlanan bir diğer yazıda, Melanie Phillips İngiltere'yi "savaşçı ulus" kimliğini yeniden hatırlamaya çağırıyor. Phillips, toplumların yaşadıkları çağın tehlikelerine göre şekillendiğini belirtiyor. Bugünün tehlikesinin yalnızca dış düşmanlar değil, aynı zamanda kendi içine kapanan, sorumluluk almaktan kaçınan bir toplumsal yapı olduğunu ifade ediyor. Bir toplumun güvenlik anlayışı, yalnızca askeri stratejilerle değil, aynı zamanda o toplumun kendini nasıl gördüğüyle de ilgilidir. Uzun süren barış yılları, Batı toplumlarını bir tür tarihsel sersemliğe sürükledi. Ancak dünyada bir şeyler oluyor ve eski güvenlik algısı çökerken, yerine yenisi inşa ediliyor. Bu inşa sürecinde bireyden beklenen, yalnızca korunmak değil, aynı zamanda güvenliğe aktif katkı sunmaktır.
Phillips'in yazısı, İngiltere'nin savaş yeteneklerinin kaybının varoluşsal bir risk taşıdığını ifade ediyor ve yeni dünya düzeninde güçlü kalmak için İngiltere'nin kaybettiği reflekslere yeniden dönmesi gerektiğini söylüyor. Bu, bir anlamda İngiltere'nin "Avrupa ideali" sürecinde yaşadığı illüzyondan çıkması gerektiğine işaret ediyor.
Sonuç olarak, Avrupa idealinin temelindeki "kutsal değerlerin" sarsıldığı ve yeni bir dünya düzeninin kurulduğu bir dönemdeyiz. Bu düzen, belirsizliklerle dolu ve değerler akışkan. Bu nedenle, eski kavramlara saplanmak yerine, yeni düzeni anlamaya çalışmak ve ona göre pozisyon almak gerekiyor. İngiltere'nin "savaşçı ulus" kimliğine dönme çağrısı da bu yeni düzende güçlü kalma çabasının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kutsal değerler safsatasını bir kenara bırakıp, bizim de "savaşçı ulus"u yeniden çağırmamız gerekebilir.