
Barış mı, Bölünme mi? Türkiye'de Barışa Neden Düşmanlar Var?
Türkiye'de barış ihtimaline duyulan nefretin kökenleri, Shakespeare'den günümüze uzanan bir çatışma bağımlılığını gözler önüne seriyor. 12 Mayıs'ta yapılan kritik açıklamanın ardından yükselen "Barış ülkeyi bitirir" söylemleri, barışın bazı kesimler için neden bu kadar itici olduğunu sorgulatıyor. Peki, barış gerçekten bölünme mi getirir, yoksa yorgun bir toplumu iyileştirmenin tek yolu mu?
Barışa Karşı Yapısal Nefret: Bir Kimlik Krizi mi?
Shakespeare'in karakteri Tybalt'ın barıştan tiksinmesi gibi, günümüzde de barışa karşı benzer bir nefretin yankıları duyuluyor. Bu nefret, sadece bir öfke ifadesi değil, aynı zamanda savaşla var olmuş kimliklerin bir dışavurumu olarak da görülebilir. Barışın getirdiği belirsizlik ve varoluş krizi, bazıları için savaştan daha tehlikeli bir anlama geliyor. "Barış, savaştan daha tehlikeli" diyenler, barışı ahlaki bir çöküntü, yenilgi ve zayıflık olarak görüyorlar.
Stephen Stedman'ın "spoiler" teorisi, barış süreçlerinde ortaya çıkan bu tür dinamikleri açıklamak için önemli bir kavram sunuyor. Spoilerlar, barış sürecinin başarıya ulaşmasından zarar göreceğini düşünenlerdir. Türkiye'deki ulusalcılar, bazı siyasi partiler, medya organları ve derin devlet unsurları, ellerindeki her türlü aracı kullanarak barış sürecini sabote etmeye çalışıyorlar. İftira, yanlış anlamaya yol açma ve şüphe yaratma taktikleriyle, güveni hedef alarak barış umutlarını baltalamaya çalışıyorlar.
Çatışma Bağımlılığı: Barış Kimlikleri Kırıyor mu?
12 Mayıs açıklamasında Lozan'ın tartışmaya açıldığı iddiaları, aslında çatışma bağımlılığının bir yansımasıdır. 50 yıllık bir örgütün kendini feshetme kararını açıklarken, ortak vatan vurgusu yapması, Lozan ve sonrası durumu kabul ettiği anlamına gelmiyor mu? Duruma itiraz edenler, cımbız yoluyla laf polisliği yaparak aslında savaşa bağımlı bir kimliği sürdürmeye çalışıyorlar. Savaşın psikopolitiği, toplumun travmatik hafızasıyla oynayarak "Düşmanlık, bir güvenlik hissi yaratımıdır" diyor.
Antik Yunan'da Lycurgus'un Dionysos'u reddetmesi gibi, barışa karşı çıkanlar da statükocu yapıyı korumaktan yanadırlar. Dionysos'un temsil ettiği coşku, özgürlük ve şifa, onların katı kurallarını ve düzenlerini bozacağı için tehdit oluşturur. Aiskhylos'un "Oresteia" üçlemesi ise barışın kamusal bir iş olduğunu, çatışmanın ve intikamın önüne geçerek adaleti ve barışı kamusal alana çekmenin önemini vurgular. 12 Mayıs açıklaması da tam olarak bu döngüye bir müdahaledir.
Barışa Giden Yol: Umut ve Cesaretle Yeniden İnşa
Öcalan'ın toplumsal barış formülünü ortak birliktelikte bulması ve "Barış, bir unutma biçimi değil" demesi, Türkiye'nin önünde yeni bir yol açıyor. Ya döngü sürecek ve hepimiz kaybedeceğiz, ya da diyalog kurumsallaşacak ve herkes kazanacak. Barış, intikamın tatmini değil, intikam arzusunun aşılmasıdır. Bu farkı görerek barış için çabalamak gerekiyor. Barışa karşı öfke ile ses edenler, hukuku sadece kendi öfkelerine hizmet ettiği sürece geçerli görüyorlar. Oysa adaletin ve çözümün kamusallaştığı yerde barış, bir ideal olmaktan çıkar ve bir zorunluluk haline gelir.
12 Mayıs açıklamasına kulak vermek, sadece savaşın gölgesinden çıkmak değil, aynı zamanda insanlığın en köklü yankısına cevap vermektir. Yorgun ve yaralı bir toplumu iyileştirmenin tek şansıdır barış. O halde barışı lanetleyenlere, barışı susturmak isteyenlere karşı hakikati yeniden kurma görevimiz var. Nefret yerine umut, korku yerine cesaret mürşit kılınabilir. Geçmiş mücadelenin kolektif hafızası, bize yeterince yol-yöntem bırakmış durumdadır. Barışa düşmanlar konuşuyor, barışı isteyenler neden daha fazla konuşmuyor?