Batıcılık İflasta mı? 4. Tarz-ı Siyaset ve Türkiye'nin Yeni Arayışları
Gündem

Batıcılık İflasta mı? 4. Tarz-ı Siyaset ve Türkiye'nin Yeni Arayışları


02 May 20255 dk okuma7 görüntülenmeSon güncelleme: 22 May 2025

Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makalesi, Türk düşünce tarihinde bir kilometre taşıdır. Yazıldığı dönemi aşan ve güncelliğini koruyan bu eser, günümüzdeki karmaşık dünya düzenini anlamlandırmak için hala önemli bir rehber niteliğindedir. Bu makalede, Akçura'nın satır aralarında gizli kalmış, ancak belirginleşememiş bir siyasi yaklaşımı, yani "Dördüncü Tarz-ı Siyaset" olarak Batıcılığı ele alacağız. Acaba Batıcılık, Türkiye'nin siyasi tarihinde nasıl bir rol oynamıştır ve günümüzde ne gibi değişimler yaşamaktadır?

Osmanlı'dan Cumhuriyete Batıcılık

Osmanlı Devleti'nin Batı ile ilişkisi, başlangıçta askeri ve teknik üstünlüğe karşı bir savunma refleksiyle şekillenmiştir. Ancak zamanla bu ilişki, sadece araçsal bir değişim olmaktan çıkıp zihinsel bir dönüşüme de yol açmıştır. III. Selim'in Nizam-ı Cedid girişimlerinden başlayarak, II. Mahmud'un reformlarına ve nihayet Tanzimat ve Islahat Fermanları'na kadar uzanan süreçte, Osmanlı Devleti, Batı'dan sadece teknoloji değil, aynı zamanda kurum, hukuk, sanat ve yönetim modeli de ithal etmeye başlamıştır. Eğitimden bürokrasiye, hukuktan giyime kadar pek çok alanda benimsenen Batı tarzı, bir tür ideolojiye dönüşmüştür.

Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte, Atatürk'ün liderliğinde hayata geçirilen devrimler, hukuk reformu, harf inkılabı, eğitimde laikleşme, kadın haklarının Batıya bakarak anlamlandırılması, Batıcılığı ilk kez açıkça tanımlanmış bir devlet politikası haline getirmiştir. Yeni Cumhuriyet, ideolojik olarak Türkçü bir temele otursa da varlığını meşrulaştıran değerler, kurumsal çerçeve ve uygarlık tahayyülü bakımından bütünüyle Batıcıydı. Böylece Batıcılık, Osmanlı’dan miras aldığı zihniyet sürekliliğini, Cumhuriyet’le birlikte kurumsallaştırmış oldu.

Batıcılık: Araçtan Amaca Kayış

Akçura’nın üç ideolojik hattı, birer siyasi program, birer yönetim vizyonu olarak somutlaşırken; Batıcılık çoğu zaman bir “modernleşme yöntemi” ya da “medeniyet hedefi” olarak varlığını sürdürebilmiştir. Ancak bu tanımlar, Batıcılığın gerçek mahiyetini eksik bırakır. Zira Batıcılık, yalnızca teknik bir tercüme çabası değil, özellikle Cumhuriyetle birlikte devletin meşruiyetini, kurumlarını, geleceğini şekillendiren, somut adımları olan pratik bir tarz-ı siyasettir. Tıpkı İslamcılığın hilafet etrafında, Türkçülüğün millet inşası etrafında şekillendiği gibi, Batıcılık da çağdaşlık, ilerleme ve uygarlık gibi nosyonlarını merkeze alıyor.

Türkiye Cumhuriyeti, siyasal olarak Türkçülük esasına dayanan bir ulus-devlet olarak kuruldu; Millî Mücadele’nin meşruiyet zemini, “Türk milleti” etrafında tanımlandı; yeni rejimin sembolleri, mitolojisi ve eğitim müfredatı bu kimlik üzerine inşa edildi. Ancak bu yeni devletin kurumlarını işleten akıl, büyük ölçüde Batı’ya dönük bir uygarlık tahayyülüne dayanıyordu.

  • Soğuk Savaş döneminde NATO üyeliği
  • 1980 sonrası Turgut Özal’ın liberal ekonomik reformları
  • 1995 Gümrük Birliği anlaşması ve Avrupa Birliği süreci

Kırılma ve Dönemeç: Batıcılık İflas mı Ediyor?

2000'lerin ortasından itibaren Cumhuriyet'in yüz yılını domine eden Dördüncü Tarz-ı Siyaset ciddi yaralar almaya başladı. AB müzakerelerinin tıkanması ve AB’nin Türkiye’yi üye olarak almayacağının anlaşılması Batıcılığı artık bir meşruiyet kaynağı olmaktan çıkardı. Bugün gelinen noktada mesele, Türkiye Batılı kurumlara entegre olmaya devam etse de artık bu entegrasyonun anlamının kalmadığı şeklinde. Akçura’nın bir tarz olarak somutlaştırmadığı Batıcılık, Cumhuriyet'in kurucu siyaseti değilse de şekillendirici siyaseti oldu.

Şimdi Akçura’nın risalesini hitama erdirdiği soruyu tekrar sormamız gerekiyor: Dünya düzeni yeniden kurulurken Türkiye için daha nafi’ ve kabil-i tatbik tarz-ı siyaset nedir? Siyasal Batıcılığın iflası, Türkiye'yi yeni arayışlara yöneltirken, ülkenin geleceği için hangi siyasi yaklaşımların daha uygun olduğu sorusu önem kazanmaktadır.